Şiire tanım biçmek, onu ifade etmekten ziyade zayıf bir görüntü çizmekten başka bir şey sağlamaz. Sanırım onu diğer edebi türlerden belirgin bir şekilde ayıran şey tam olarak da bu. Tanımlanamaması.
Bu belirsizlik ve tanımlanamama durumunun şiiri kimliksizleştirdiği düşünülmesin. Tam aksi, ona birden fazla yüz ve birden fazla anlam katar. Her türlü yoruma açılabilme hali sınırsız bir anlam evreni oluşturur. Bir şeyin zıtlığı olmadıkça anlam kazanması da imkânsızlaşır öyle değil mi? Şiir, zıtlığı olmayan şeylerle de varlığını sürdürebilecek bir yapı kurabilir kendine. Bunun için belirgin ve açık bir anlama ihtiyaç duymaz.
Yapmaya dikkat ettiğim şey evinden çıkabilen, kendi sıfır noktasından uzaklaşabilen bir şiir oluşturmak. Tanık olduğum kültürün sınırlarını kelimelerle geçmek ya da öznesi olmadığım meseleleri de şiirime dâhil etmek diyebiliriz buna. Çok kimlikli bir şiir kurmak…
Yalnızca kendim olmak bana yetmiyor. Bu sıkıcı döngüyü şiirle kırabiliyorum ve açıkçası okuru labirentimde dolaştırmak hoşuma gidiyor.
Benim şairim, benim şiirlerim dediğiniz biri ya da bir kitap var mı?
Elbette sık sık okuduğum bir değil, birçok kıymetli şair var. Çoğu da bu topraklarda yaşamış isimler. Fakat benim şairim, benim şiirim diyebilecek kadar sıkı bir hayranlık beslediğim kimse yok. Son zamanlarda ressamlar beni daha çok heyecanlandırıyor. Bunu sormuş olsaydınız Otto Dix’e ve Rene Magritte’e hayran olduğumu, Basquiat’yı sevdiğimi rahatlıkla söylerdim.
Sizden önceki dönemin şiirlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben çağdaşlarını takip etmeye özen gösteren biriyim, özellikle ilk kitaplarını yayınlamakta olan şairleri eksiksiz izlemeye çalışıyorum. Hatta şiirinin dokusuyla uyuşmadığım şairlerin de yeni kitaplarını alır, neler yazmış olduğunu incelerim. İçinde bulunduğum kuşaktan önce edebiyat tarihimizde birçok akım ve akım denemesi oldu. Bazı çağdaşlarımın şiirlerinde bu akım ve dönemlerden en çok etkilendiklerini gördüğüm II. Yeni ve 80 kuşağı şairleridir. 80 kuşağı şairlerini incelediğimizde ise yine II. Yeni şiirinin izlerini görmek mümkün. Bu da II. Yeni şiirinin, en azından bu coğrafyada, kendi döneminden sonraki şairleri hâlâ etkileyebilme gücünü barındırdığını gösteriyor. Bakalım bu yüzyılın sonunda hala İkinci Yeni mi konuşacağız.
Bugün yazılan şiiri nasıl buluyorsunuz, eskisi kadar güçlü mü sizce toplum üzerinde?
Kitleleri hareket ettirebilecek, fikir empoze edebilecek bir işlev barındırmıyor. Hoş bunu yapması da gerekmiyor zaten. Şairden ve şiirden çok şey bekliyoruz. Kutsallaştırdıklarımızın bir süre sonra o somut etkiyi gösterememesi bizi hayal kırıklığına uğratıyor. Bir mucize bekliyoruz anlaşılan. Bu biraz Doğu medeniyetlerinin gösterdiği ortak bir tutum. İnsanlar değişiyor, sanatın insanlarda uyandırdığı anlam da değişiyor haliyle. Umarım biz de şiirin yakasını biraz gevşetiriz de rahatlar.
Ülkemizde kitap okuma alışkanlığı olanların sayısı az (buna rağmen satın alanların sayısı daha fazla) ve okuyanların da büyük çoğunluğu roman, öykü gibi düzyazı türlerine ilgi gösteriyor. Şiir okuru yakında birbirlerinin adresini bilecek kadar azalır mı bilmem. Ama endemik olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Ben hiç, özellikle yaşayan şairlerden, 50-60 baskı yapan bir şair görmedim ya da ilk baskısı iki yüz bin adet olan şiir kitabı. Ama roman yazarı tanıyorum.
Şiirin diğer türlere nazaran daha az okunması bugün yazılan şiirin kötü olduğunu gösterir mi? Sanmıyorum. Şiir yazılması kadar okunma açısından da zor bir disiplin. Zihinsel olarak yoğun bir çaba ve her şiirde değiştirmemiz gereken bir algı biçimi gerektiriyor. Bu süreç şiir okuruna mutlaka tatmin olma duygusu veriyor tabii ama insan doğası gereği kolay haz elde edebileceği alanlara yönelme eğilimi gösterir. Bu açıdan düşünürsek şiir okurunun aykırı bir noktada durduğunu ifade etmekte bir sakınca yok.
Geçmişten bugüne toplumsal değişimin izini şiirde görebiliyor muyuz? Ya da görmeli miyiz?
Şairlerin inisiyatifinde olan bir durum. Şiirini toplumsal özellikler odağında kurmayı tercih ediyorsa bu mümkündür. Örnekleri de var. Ve elbette bunun için bir gerekliliktir demek doğru olmaz.
Neden az okunuyor şiir, roman neden hep daha ön planda? “Şiir bitti” diyenler haklı mı?
Ancak yoğun bir zihinsel faaliyet sonrası şiirden haz almak mümkündür. Oturup bir şiir kitabını iki saatte kimse okumaz, zamana yayarak, parça parça okur. Biraz sindirilmesi gerekir. Klişedir ama doğrudur. Roman ve diğer düzyazı türlerinde eserler okurken zihinsel anlamda kendimizi yormadığımızı söylemiyorum ama insanların dinlenmek için roman okuduklarını söylediklerine de tanık olmuşuzdur mutlaka. Şiirde işleyen mekanizmalar farklı.
Bir de işin ticari boyutu var. Bu da romanın ön planda konumlanmasını sağlıyor.
Şiir bitti, diyenler yukarıda bahsettiğim her zaman mucize bekleyen ve onu kutsallaştırmayı önemli bir özellikmiş gibi savunanların yanılgısı. Şiir neden bitsin? Dönüşüyordur ve gelişiyordur.
İnsanoğlu rüya görmeyi kaybetmedikçe şiir bitmez.
Sizce günümüzde şiir hak ettiği değeri yayıncılık dünyasında görüyor mu? Yeni dönem şairler, kitaplarını yayımlatmakta zorlanıyorlar mı?
Her dönemde olduğu gibi günümüzde de yayıncılık alanında şiir kitapları fazla kazandırmayan bir meta. Yine de buna rağmen şiire en çok destek gösterenler Edebi Şeyler, Yakın Yayınevi, Heterotopya gibi orta ölçekli yayınevleri. Durum böyle olduğundan özellikle ilk kitabını yayınlamaya çalışan (basım ücretini şairlerin karşıladığı yayınevlerini tercih edenler hariç) şairler için işler hiç de kolay değil. Önceden de değildi. Rimbaud’ta 250 adet kitap için kendi basım masraflarını kendisi karşılamıştı. Tabii basım masraflarını karşılayan herkes Rimbaud’tur demiyorum, böyle anlaşılmasın. Sadece, edebiyatın bu yakasında kendini göstermeye çalışan her şair için işler her zaman zordu demek istiyorum
Şiir öğretilir mi, herkes şiir yazabilir mi?
Herkes şiir yazmıyor mu zaten?
İlk şiiriniz nerede ve ne zaman yayımlandı?
Yanlış hatırlamıyorsam 2013 yılında Telgraf isimli bir dergide. İlk şiirlerim daha çok fanzinlerde ve yayın hayatına ancak birkaç sayı devam edebilmiş dergilerde yayınlandı.
Çeviri şiir hakkındaki fikirlerinizi paylaşır mısınız? Sizce şiirde çeviri bir aktarma mı bir yeniden yaratma mıdır?
Anadili dışındaki lisanlara aktarılması zor, çevrilemeyen özellikler barındıran bir tür. Metafor kullanımı ve imgeler çoğu zaman çevrilebilse de eksiltili anlatımlar, yinelemeler ve ritim gibi nitelikler tam anlamıyla diğer bir dile çevrilemiyor. 1950’lerden sonra ortaya çıkan Skopos Kuramı ya da çeviride işlev odaklı ortaya çıkan yaklaşımlar çeviriye bakış açısının değişmesini sağlamış olsa da bazen çevirmenler kaynak dilin şairini mümkün olduğunca yansıtmaya çalışmak yerine kendi dil dokusuna uygun şekilde şiiri adeta yeniden oluşturuyor. Bunu tamamıyla doğru bulmuyorum. Şiir çevirisinde yalnızca şiire hizmet etmeyi unutmamak lazım.
“Şiirsokakta” hareketi ile ilgili fikirleriniz neler?
Bildiğim kadarıyla “şiirsokakta” hareketi Gezi Direnişi ile sükse yaptı. Gezi Direnişi mizahta bir kırılma yarattığı gibi insanlara sokaklara şiirler karalama davranışı da edindirdi. Desteklediğim ya da karşı olduğum bir hareket değil.
Ödüller hakkındaki düşünceleriniz neler, ödül şaire ne gibi avantaj ve dezavantajlar sağlıyor?
Ödüller şairlere bir avantaj sağlar mı, sağlarsa bu avantaj kalıcı bir etki yaratır mı, tartışılır. Yarışmanın duyurusu yapılmadan kazananın çoktan belli olduğu yarışmalardan birçoğumuzun haberi var. Yalnızca ülke genelindeki ödül mekanizmaları için değil, dünya genelinde verilen ödüller için kalite barındırmadığını ve sadece bir gelenek üzerine devam ettiklerini düşünüyorum. Bu ödül verilen yazar illa kıymetsizdir demek değil. Ödül kıymetsizdir demek. Ve merak ediyorum jüriler hangi eserlere ödül verdiklerini gerçekten biliyorlar mı?
Şiir yıllıkları, şiir seçkileri hakkındaki fikirleriniz neler?
Dönemin şiir iklimini solumak için yıllıklar iyi bir konuma sahip. Fakat bu seçkilerin nasıl bir değerlendirme sonucu ortaya çıktığı belirsiz. Ayrıca son dönemlerde en azından benim fark ettiğim kadarıyla iyi seçkiler okumak güçleşti. Bazı seçkilerin ideolojik eksenli oluşturulduğu bazılarıysa adeta ısmarlama bir şekilde ortaya konulduğu izlenimi veriyor. Evet, birçok yayınevi ve dergi dönem dönem seçkiler hazırlıyor fakat kaç tanesi tatmin edici bu da ayrı bir sorun.
Erdal Erdem, 1994’te Zonguldak’ta doğdu. Marmara Üniversitesi Özel Eğitim Öğretmenliği Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladı. Bülent Ecevit Üniversitesi’nde Disiplinler Arası Kültürel Çalışmalar alanında yüksek lisans eğitimine devam ediyor. Şiirleri; Sözcükler, Edebiyatist, Yasakmeyve gibi çeşitli dergilerde yayınlandı. Gazete Duvar ve Ne Okuyorum gibi dijital platformlarda sinema ve edebiyat üzerine yazmaya devam etmektedir. Gerilim Hattı, ( Yasakmeyve 2015 ), Yedi Gece Kısrağı, ( SubPress 2017 ), Kanda Bir İhtimal, ( Yakın Yayınevi, 2019 )